Köşe Yazarları-Güncel

17.11.2009-Salı

Yılmaz Özdil

 

İşsizlik büyümüş

Bütçe açığı desen, 34 kat büyümüş.

1 senede.

Haliyle merak ediyorsunuz, nasıl oluyor da büyüyor, kriz teğet geçtiğine göre?

Şöyle...

TEFE.

TÜFE.

Sizinki, TUFA.

Tufaya gelenler endeksi.

“Nasıl hesaplanıyor?” dersen...

- Memur musun?

- Memurum.

- Paran var mı?

- Yok.

- Alışveriş yapabiliyor musun?

- Yapamıyorum.

- Enflasyona etkin yok yani...

- Yok.

- E senle alakası olmayan enflasyonun farkını sana niye verelim birader?

Budur TUFA.
Bilimsel literatürde, “toptan ufalama endeksi” olarak da bilinir.

Matematiksel olarak açıklarsak mesela... Rekor kıran borsayı, sıçrama yapan milli gelire bölüp, patlama yapan ihracat ile çarpıyorsun, bulduğun rakama, memleketin bütün fabrikalarını bankalarını telefonlarını satarak elde ettiğin geliri ekleyip, TUFA’dan düşüyorsun... Ne etti canım kardeşim? Metrobüs zammı.

Veya, emekliler... Malum, her gün düzenli olarak tenis oynarlar... Enflasyon hesaplama sepetine, yazın soba borusunu, kışın mayoyu koyuyorsun, tenis topu fiyatlarındaki 12 aylık dalgalanmayı ekleyip, endeksliyorsun... Neye denk geliyor emekli maaşı? TUFA’ya.

Ekonomide reformdur TUFA endeksi, reform... Uyusun da “büyü”sün reformu.




Oktay Ekşi

Manipülasyon


GERÇEKTEN ilginç bir dönemi yaşıyoruz. İleride Türkiye üzerinde araştırma yapacak olanlar eminiz şaşkınlık içinde kalacaklar ve “kamuoyunu istediği gibi şekillendirme konusunda bu kadar başarılı bir iktidar dönemi bir daha yaşanmış mıdır?” sorusuna dönüp dolaşıp, “Hayır, yaşanmamıştır” yanıtını vermeye mecbur kalacaklar.

Irak’ı işgal etmek için başta kendi kamuoyu olmak üzere tüm dünya kamuoyunu istediği noktaya çeken George W. Bush yönetimi vardı ya... Belki onun da adı verilebilir.

İsterseniz anımsamaya çalışalım:


Adalet ve Kalkınma Partisi’
nin (AKP) başı 19 Ekim günü yaşanan ve sonraki birkaç gün boyunca devam eden Habur-Silopi rezaleti yüzünden derde girmişti değil mi?


Onun üstü, 27 Ekim günü kamuoyunun önüne çıkan “ıslak imza” mektubuyla örtüldü.


Yargıç kararıyla yapılan dinlemelerin
bile yasalara aykırı olduğu rezaleti patlayınca gündemi “Açılım görüşmelerini ne zaman yapalım?” tartışması işgal etti.


Bilindiği gibi konu Meclis’te 10 Kasım’da günü yani Atatürk’ün ebediyete intikalinin 71’inci yıldönümü günü görüşülmekteydi. CHP adına konuşan Onur
Öymen
de, görüşmelerin o tarihe getirilmesini eleştirerek sözlerine başlamıştı.


Öymen’
in dediği -resmi tutanaklara göre- aynen şöyleydi:

“Onur Öymen- Atatürk’ün ölüm yıldönümünde yapılan iş, aslında maalesef, Türkiye için üzüntü vericidir ve çok hazindir.

Atatürk, Şeyh Sait’le müzakere mi etti? Dersim isyanını yapanlarla müzakere mi etti? (...) Onların sözcüleriyle, temsilcileriyle masaya mı oturdu? Bunların hiçbirini yapmadı arkadaşlar. Yabancı ülkelerin istihbaratından mı yararlandı? Hayır. (...) Türkiye’nin istihbaratından yararlandı. Ve kısa bir sürede bütün terör örgütlerini dize getirdi.


Değerli arkadaşlarım, ‘
Analar ağlamasın’ diyorlar. Maalesef bu ülkenin anaları çok ağladı. Çok şehit verdik. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik.
Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz var. Hepsinin anası ağladı. Bir kişi çıkıp da ‘
Analar ağlamasın. Biz bu savaştan vazgeçelim’ demedi.
Kurtuluş Savaşı’nda analar ağlamadı mı?


Onur Öymen (devamla)- Kimse çıkıp da ‘
Analar ağlamasın. Biz Yunanlılarla anlaşalım’ dedi mi? Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi çıkıp da ‘Analar ağlamasın diye bu mücadeleyi durduralım’ dedi mi?

Dünyada diyen var mı? (...) İlk siz diyorsunuz. Niçin? Çünkü terörle mücadele cesaretiniz yok.


Bu sözler yüzünden Onur Öymen hakkında tam bir siyasi linç kampanyası başlatıldı. Öymen “Benim maksadım belli. Kimseyi rencide etmek istemem. Ama sözlerim yüzünden üzülen varsa, onlardan özür dilerim” dedi. Ama bizim kültürde “özür” kavramı herhalde yok ki, kimseye dinletemedi.


Bu kadar basit bir konuşmanın bile anlamını bu kadar çaprıtan bir ortamda, kim hangi derdini kime, nasıl anlatacak?


Nasıl bir Türkiye oldu bu ülke?





15.11.2009-Pazar

Rahmi Turan

ERMENİLERE taviz verdik, PKK’ya taviz verdik... Şimdi sıradaki açılım Kıbrıs mı?

Açılımın anlamı artık “Ver-kurtul!” oldu. Daha bir hayli vereceğimiz var!

Kıbrıs Türkü’nün adada yarım yüzyıldır verdiği varolma mücadelesi sürüyor ama bu “Ver-kurtulcu” zihniyetle bağımsızlığı sağlamak pek mümkün görünmüyor.

Türkiye, Kıbrıslı soydaşlarımıza söz vermiş ve garantör olmuştu.

Türk Silahlı Kuvvetleri, 20-22 Temmuz 1974 ve 14-16 Ağustos 1974 tarihlerinde Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi. Türk askeri, Kıbrıs Türkü’nü çeteci Rumlardan kanla, canla kurtardı.

Yıllar, sorunları büyüterek geçti.

 Annan Planı, Türk’ün Rum’a teslimiyetinden başka bir şey değildi ama Türkler, Erdoğan ve Talat’ın telkinleriyle bu plana razı oldu. Oylama 24 Nisan 2004’te yapıldı. Fakat Türkler yüzde 65 “Evet” derken, Rumlar yüzde 76 “Hayır” dedi. Rumlar, Türklerle eşit olmak istemiyordu.

Avrupa Birliği kendi ilkelerine ihanet etti, Kıbrıs Türkleri’ne verdiği sözü tutmadı, tam bir riyakârlıkla, plana “Hayır” diyen Rumları ödüllendirip Avrupa Birliği’ne aldı.

Rumlar, Türklerin kendilerine tamamen teslim olmalarını istiyor. İkiyüzlü Avrupa da ağırlığını onlardan yana koyuyor.


Kıbrıslı okurlarımdan sık sık mektup alıyorum. Gelişen olaylardan hiç memnun değiller. Son gelen mektuplardan birinde, eski KKTC Maliye Bakanı Tansel Fikri şöyle yazıyor:

“Talat-Hristofyas görüşmelerinin 50’nci turu tamamlandı.

 Kıbrıs Türkü üzerinde yıllarca uygulanan insanlık dışı ve insanlık ayıbı ambargolar, ekonomik ve siyasi baskılar, zulüm haline geldi. Oysa 2004 Annan Planı Referandumu sonuçlarından sonra, KKTC üzerindeki tüm ambargoların kaldırılması gerekiyordu.

Sözünü tutmayan Avrupa Birliği, bu yükümlülüğün gereğini yerine getirmedi. Tam tersine, tarih önünde “Barışa hayır” diyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne AB’ye tam üyelik statüsü verildi, Rum kanadının oyunbozanlığı ödüllendirildi.

1977, 1979 antlaşmaları, iki eşit halkın, iki eşit demokrasinin ve iki eşit otonom devletin işbirliği yaptığı federal bir hükümet yapısı öngörüyor.

İzlenen politikalar, varoluşumuzun temel ölçülerini tehdit eder hale gelmiş, barışın, huzur ve güvenin maliyeti çok yükselmiştir. Kimliğimizi, egemenliğimizi ve vatan topraklarını feda ederek barışı tesis etmek mümkün değildir.

 Üç nesil insanımızın kan ve gözyaşından, Türk ulusunun verdiği bunca şehitten, refah ve mutluluğumuzdan verilen bunca fedakârlıktan sonra, utanç verici bir sonucu asla hak etmedik ve etmeyeceğiz.” (Tansel FİKRİ-E. KKTC Maliye Bakanı ve E. Büyükelçi)


Rauf Denktaş, hayatını Kıbrıs Türkü’nün özgürlüğüne adamış bir liderdir. Bir vatanseverdir. Anavatana bağlı bir Kıbrıs Türkü’dür.

Kuzey Kıbrıs’ın bağımsızlığını savunan Denktaş neden yok edildi? Suçu mu vardı? Kıbrıs davasına ihanet mi etmişti? Türklerin aleyhindeki bir planı kabul mü etmişti?

Hayır! Makam ve mevki ihtirası olmayan Denktaş’ın bütün suçu, teslim olmak isteyenlere direnmekti. İç ve dış düşmanlar, elbirliği ile onu harcadı!

Şimdi Kıbrıs’ta durum ne?


Kanat Akkaya

Hepimiz basiretiz!


“Basiret dediğimiz öngörü değil mi yahu?
Benim bilmediğim bir manası mı var?” diyerek,
‘dabılçek’ yapmak üzere Ferit Devellioğlu’nun
Osmanlıca-Türkçe Lûgat’ına uzandım.

“basîret: önden görüş, seziş.”

Eee? Basiretsiz dediğinde en fazla
“Olacağı hesaplayamayan” demiş oluyorsun
ki; TBMM TV’de bugüne kadar duyduklarımın
yanında “Nasılsınız lokum efendim bugün?
Cildiniz de pek parlak maşallah cicim!” gibi kalır.

“Basiretsiz”i cümle içinde hakaret gibi
kullanmayı denedim, şöyle abukluklar çıktı
ortaya... Neyse yazmasam daha iyi olur!

Yakın geçmişte Meclis çatısı altında
duyduklarımızı burada tekrarlayıp
Mehmet Ali Şahin’i yormak da istemem.

Hepimiz utanırız; hem gazeteyi çocuklar da okuyor.

Ama Şahin “Basiretsiz” diyeni 3 gün
sürgüne yollayacaksa, bütçe görüşülürken
ortalıkta vekil kalmaz;
bunu da hatırlatmış olayım.


Kamerist Gençist Hareket bu zorbalıklardan,
söz hakkı tanınmayan bu sancılı dönemden
güçlenerek çıkacaktır; buna eminim.

Haydi buyurun ‘bütçe’ye mesela.

Kaç kaç nereye kadar?

Nasıl olsa hepinizden iyi biliyor liderimiz o
tüzüğü, illa bir 10 dakika kopartır.

O kadarı da yeter ona!

Yürü Kamer Genç! Kaç kişiyiz hâlâ bilmemekle
birlikte sempatiyle arkandayız!

Gaza getirmek gibi olmasın ama Bülent
Arınç’tan sonra sana pek dişli rakip de çıkmadı be liderim!

Hepimiz Kameriz, Hepimiz Gençiz, Hepimiz Basiretiz!

Yılmaz Özdil

Patlıcan

Türkiye bayılır patlıcana...


Çeşit çeşit yemeği olur.

Yazarken bile insanın
ağzı sulanıyor.

Parmaklarını yersin.

Ama, parmaklarını
yediğinle kalırsın.

Vücuduna zerre
faydası olmaz.

Besin değeri fakirdir.

Vitamini sıfıra yakındır.

Doyuyorum sanırsın...

Zayıflatır!

Çocuklara tavsiye edilmez.

Çünkü, nikotin içerir.

Uyuşturur.


Patlıcan’dır, açılım...

Çiğne çiğne, hikâye.


Hükümet mesela...

İmambayıldı.


Muhalefet desen...

Musakka’cı.

İmambayıldı’da
kıyma yokmuş...

Bu iş zeytinyağlı
olmazmış, filan.


DTP, oturtma...

Fırsat bu fırsat, Habur’da da
oturtuyorlar, Meclis’te de.


İmralı aşçısı ise, Roj TV’den tarif
veriyor, açacan, açmazsan,
döşücem mayını, pat’lıcan.


Meclis lokantasından dövüle dövüle
atılan şehit aileleri de soruyor haliyle,
“Onunki can da, benimki patlıcan mı?”


Sezen Aksu konuşur, şak şak şak,
alkışlarlar, Kevin Kostnır konuşur,
şak şak şak, alkışlarlar... Nedir bu? Şakşuka.


Küreseldir, topan...

O yüzden, yalaka basın ahaliyi
iştaha getirmek için yazar durur,
“Belki yarın, belki yarın da yakın,
Brüksel lahanasının yerini alacak, topan patlıcanım...”


Çankaya?

Hünkârbeğendi.


Türkiye’de hıyardan sonra en
bol sebzedir patlıcan... Tek sorunu
vardır: İnsan yer, hayvana ver, yemez.



                                                                                                                          11.11.2009 Çarşamba


Yılmaz Özdil-Pire


Pireleri 20 santim derinliğinde fanusun içine koyarlar,
alttan ısıtırlar... Pireler rahatsız olur, o
ortamdan kurtulmak için zıplar, dışarı çıkar.


Sonra?


Pireleri 20 santim derinliğinde fanusun içine koyarlar,
fanusun üstünü cam ile örterler, alttan ısıtırlar... Pireler
rahatsız olur, zıplar, tınk diye cama vurup, geri düşerler.
Tekrar zıplarlar, nafile, gene çarparlar... Engel şeffaf
olduğu için, kendilerini neyin engellediğini bir türlü
anlayamazlar. Böylece, çarpa çarpa, zihinlerinde “özgürlük sınırı” oluşur.


Sonra?


Tavandaki camı kaldırırlar, pireleri gene aynı fanusun
içine koyup, alttan ısıtırlar... Görülür ki, pireler en fazla
20 santim zıplıyor! Engel yoktur, daha yükseğe sıçramaları,
özgür olma imkânları vardır ama, kafayı çarpmamak için,
buna cesaret edemezler. Çünkü artık “görünmez engel”
zihinlerindedir... “Yapamayız, boşuna denemeyelim” diye düşünürler.


“Cam tavan sendromu”
dur bu.


Yapabileceğin...


Anca, yapabileceğini düşündüğün kadardır.


Örnek, zavallı “pire”dir ama...


Aslında, tüm canlıların “neyi başaramayacağını”
yavaş yavaş nasıl öğrendiğini kanıtlar.


E hayat da bi laboratuvar.


Bu nedenle görünmez engeller konur, çabalar engellenir,
kafayı kaldıranın kafasına vurulur, böylece yavaş yavaş,
“Yapamayız, hiç boşuna denemeyelim” düşüncesi hâkim olur.


Ve, dünkü Anıtkabir izdihamı, çoluk çocuk, onurlu bir milletin,
kendisine “pire” muamelesi yapılmasına isyanıdır...
Dünkü 9’u 5 geçe, tüm yurtta, değil kafamıza cam tavan,
ayağımıza pranga vursan, gene de “pire” olmaya niyetimiz olmadığının kanıtıdır.


Ve, sinsi sinsi üstümüzü örtmeye çalışan laborant
arkadaş, seni pirelendirmek istemem ama...

Bu millet, zor zamanda ayağını yorganına göre uzatır,
büzüştü sanırsın, fark etti ki pire var, o yorganı yakar, haberin olsun.




Tufan Türenç-Türkiye’de yargıç güvencesi bitirildi                                                                       

BU nasıl bir demokrasi?

Bu nasıl bir hukuk devleti?


Hani yargıç güvencesi?

Bir iktidar düşünün ki, kendisine karşı olduğu için bir
yargıçla bir savcının mesleklerinden ihraç edilmesini istiyor.

Ayrıca yargılanmaları için de suç duyurusunda bulunuyor.  

Adalet Bakanı, bakanlığı tarafından görevlendirilen
müfettişlerin bu istekleri içeren raporlarına onay verebiliyor.

Şimdi yargıda görev yapan yargıçlar ve savcılar
hükümetin bu baskısından sonra nasıl özgürce karar verebilecekler?

Verecekleri kararların hükümetin hoşuna gitmemesi
durumunda başlarına aynı belaların geleceği korkusuna kapılmazlar mı?

Bu durumda hukuk devleti nasıl işleyecek?

Yargı bağımsızlığı nasıl korunacak?   

İktidarın bu gidişi gidiş değil.

Tutulan bu yol Türkiye’yi hızla faşizme doğru sürüklüyor.

İşin ürkütücü yanı da parti içinde sağduyuyu temsil
eden seslerin yöneticiler üzerinde etkili olamayışı.

İhracı istenenler Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi
Başkanı Osman Kaçmaz ile YARSAV Başkanı,
Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu.

Osman Kaçmaz’a yöneltilen suçlar şunlar:

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nda (TİB)
usulsüz dinleme yapıldığı şikâyetini işleme koymak.

Cumhurbaşkanı Gül’ün “kayıp trilyon” davasında
yargılanmasına karar vermek.

Rica üzerine bazı tahliye kararları vermek.

Mesai saatleri içinde adliyede bulunmamak.

Mesai saatleri içinde Antalya’ya gitmek vesaire, vesaire...

Ömer Faruk Eminağaoğlu’na yöneltilen suçlar da şöyle:

Ergenekon soruşturması ile ilgili açıklamalar yapmak.

Gizli telefon dinlemelerini eleştirmek ve dinlenen
yargıçların listesini medyaya vermek.

Yargıtay binasında basın toplantısı düzenlemek.

Ankara’daki cumhuriyet mitinglerine katılmak.

Gül’ün seçim sürecinde açıklamalar yapmak.

Cumhuriyet Gazetesi’ne destek vermek.

Kanadoğlu’nun evinin aranmasını eleştirmek vesaire, vesaire...  


Bu suçlamaların tümü bahane...

Esas neden iki hukuk adamının iktidarın hukuk
normlarına uymayan tutumuna karşı olmaları
ve bunu korkmadan söylemeleri.

Dosyalar Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’na gönderildi.

Kararı onlar verecek.

Hükümetin yargıya yönelik bu girişimi Türkiye’de hukuk
devletinin ortadan kaldırıldığının somut göstergesidir.

Bu ihraç istekleri geçekleşirse ve bu iki hukukçu yargılanıp
cezaevine atılırsa bundan sonra Türkiye’de hukuk işler mi?

Savcılar ve yargıçlar hür iradeleri ve
vicdanlarıyla adalet dağıtabilirler mi? 

Yargı bağımsızlığı olmayan bir demokrasi olabilir mi?

Adalet Bakanı Sadullah Ergin hakkındaki yolsuzluk iddialarına
(Hatay ilindeki ihalelerle ilgili Ali Dibo’lar) rağmen
dokunulmazlığı sayesinde hesap vermedi.

Ama bu ihraç olayıyla hiç kuşkusu olmasın Türk adalet
tarihindeki mümtaz yerini şimdiden aldı.





Oktay Ekşi-Huzur mu dediniz?

  
                                                                                                
GÖREVİNİZ günün en aktüel konusu üzerinde yorum yapmak,
diyelim. En aktüel konu da, günlerdir beklendiği gibi,
hükümetin malum “açılım” projesi üzerinde TBMM’de
yapılacak görüşmeler. Lakin saat 17.00 olmuş, hâlâ
“esasa” girelim mi girmeyelim mi konusu tartışılıyor.


O zaman döner öteki konuya eğilirsiniz.

Öteki konu düne kadar, Adalet Bakanlığı müfettişlerinin,
siyasi iktidarın kızdığı iki “Birinci sınıf yargıç” yani Sincan
Birinci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz
ile Yargıtay Cumhuriyet Savcılarından Ömer Faruk
Eminağaoğlu’
nun “meslekten ihracını” istemeleriydi.

Kaçmaz ve Eminağaoğlu hakkındaki müfettiş raporları,
çok daha vahim bir gerçeği ortaya çıkardı:

Adalet Bakanlığı meğer, sadece onlar hakkında değil,
Türkiye
’nin çeşitli yerlerinde görev yapan birçok yargıç
ve savcı hakkında da Ergenekon soruşturmasında ele
geçen kanıtlar olduğu gerekçesiyle “soruşturma yapılmasını”,
Ergenekon savcılarından” istemiş. Ancak Ergenekon
davasının savcıları, “Yasalar bu yetkiyi bize vermiyor
diyerek dosyayı Bakanlığa göndermişler.

Hadi o süreç kendi kurallarına göre sonuçlansın diyelim.

Daha da vahimi, bilemediğimiz kadar çok sayıda
yargıç ve savcının telefonlarını dinletmişler.

Bu rezalet çıktı ortaya!

Görüyor musunuz “yargı” nasıl terörize ediliyor?         

Anımsatalım:

Adnan Menderes’in, gelmiş geçmiş en berbat Adalet
Bakanı
olarak bilinen Hüseyin Avni Göktürk’ü kullanarak
Haziran 1956’da önce yüksek dereceli 16 yargıcı, ardından
da onlara sahip çıktıkları gerekçesiyle Yargıtay Birinci
Başkanı Bedri Köker
başta olmak üzere öteki Yargıtay
Başkan ve üyelerini “görülen lüzum üzerine
” emekliye
sevk ettiği tarihten beri böyle bir olay yaşanmadı.

Dün yeni bir bilgi geldi:

Haklarında hem “soruşturma” hem de  disiplin cezası
istenen Kaçmaz ve Eminağaoğlu ikilisinden Kaçmaz’la
ilgili “iddianame” hazırlanmış bile.

Dün bir, bugün iki” demeyin. Bu “Deniz Feneri” davası
değil ki, dosya bir yıl süreyle rafta tutulsun. Hemen
soruşturmayı tamamlayıp Sincan Ağır Ceza Mahkemesi
Başkanı Osman Kaçmaz
’ın 4 yıldan 20 yıla kadar hapsini
istemişler. Sözün buradan sonrasını “yargıya” bırakalım.
Ama söyleyeceğimiz başka şeyler var:

Bu iktidar hem yargıyı baskı altına almaya çalışıyor
hem de “yargı reformu” yapmaktan, “yargıyı daha
bağımsızlaştırmaktan
” dem vuruyor.

Oysa getirilen “reform” paketi, göstermelik birkaç olumlu
öneriye karşılık yargıyı bugünkünden de bağımlı hale
sokacak modelleri getirmeye çalışıyor. Örneğin Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu
üyelerinin
belirlenmesi sürecine siyasi iradeyi sokuyor.

Böyle bir zihniyetin yönettiği ülkede kim huzur içinde uyuyabilir?



-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Son Dakika Haberler
 
Son Dakika Spor Haberleri
 
 
seckin-umut.tr.gg
 


Seço ile Güne Bakış ( Türkiye ve Dünyadan Haberlere Kişisel Bakış ) Her Gün Belirli Saatlerde Güncellenecektir
 
Açılma-Saçılma 2009-2010 kış koleksiyonu !!!

Türkiye Cumhuriyeti bügün tarihi
günlerinden birini daha gördü,
belli ki 2010'a kadar sürecek bu
"açılma-saçılma" belki de 2010
yılında da devam edecek.

Bugün belki de bir daha yapmaya
kimsenin cesaret edemeyeceği tarihi
bir hata yapıldı. halkımızın deyimiyle
"Kürt Açılımı", Bakanbaş'ın deyimiyle
"Milli Birlik Projesi", yalaka medyanın
deyimiyle "demokratik açılım".
Mecliste konuşulmaya-tartışılmaya başlandı.

Bakanbaş ve bu projenin
yapımcı-yönetmeni iç hastalıklar
uzmanı te-beşir ve bakanbaş
yalakaları "Açılma-Saçılmayı"
Meclis'e getirdi.

Getirdi de, getirirken bir kere
gidipte şehitlerin ailelerine,
gazilerimize, suçsuz halde
öldürülen vatandaşın ailesine
sordu mu "bizim böyle bir
çalışmamız olacak, siz bu
çalışma hakkında neler söylersiniz" diye

sormadı tabii, çünkü bu proje
abd-israil yapımı.
abd başkanı varken-geçen
sene yalancıktan bağırdığı
peres varken-kendi yandaşları varken-
kendi partisine oy atanlar varken;
neden bunların dışındaki
vatandaşa sorsun ki.

bir kere ülkesini gönülden
seven birisi, böyle bir çalışmayı
ülkenin gündemine oturtmaz,
bu gündemin üzerinden
oy almaya kalkmazdı.

bu kadar yolsuzluk yapıldı,
ergenekon adlı soruşturma
açıldı suçsuzlarda hapse atıldı.
ama bunlar gurur yapıp istifa
etmediler tersine yaptıkları
işler için gururlandılar.

zaten onurlu gururlu haysiyetli biri olsaydılar iktidarının 1. yılı dolmadan istifa eder giderlerdi

örnek verelim, bunlar gibi yolsuzluk yapanlar ne yapmış kendilerine :
* http://www.hurriyetusa.com/haber/haber_detay.asp?id=20064

** http://www.netgazete.com/News/601062/eski_guney_kore_devlet_baskani_roh_moo-hyun_ihtihar_etmis.aspx

*** http://www.guncelle.com/dunyadan-haberler/629768-bir-aylik-bakan-istifa-etti.html bu adresleri kopyala yapıp.(bilmeyenler için) yukarıdaki www.... ile başlayan satıra yapıştırın ve enter'e basın.

bunlardan güzel örnek mi olur.





2. Başlık: "DEMOKRATİK Mİ ?"


Sen iktidarsın ya, hani sen dedin ya, 22 temmuz seçimlerinin akşamı "bize oy verene de oy vermeyene de aynı mesafe de olacağız".

Madem aynı mesafedesin;
mecliste senin çıkarına uymayan, bir tasarı olduğunda neden red oyu veriyorsun.
bu "DEMOKRATİK Mİ ?"

Hakkını isteyen vatandaşa neden "ananı da al git" diyorsun.
bu "DEMOKRATİK Mİ ?"

"Açılma-Saçılma" göbek adlı bebeğinin ismini "Milli birlik yada kardeşlik" koydun.

Peki bu "Açılma-Saçılma" madem kardeşlik projesi, sen nasıl olurda yabancı devletlerin "TERÖRİST" ilan ettiği, 30.000 küsur Askerimizi-korucularımızı-vatandaşımızı, daha minnacık küçücük, daha yaşını doldurmamış bebekleri öldüren köpeğe " SAYIN" dersin.

senin kardeşlik anlayışın bumu. milleti birbirine düşman etmek mi "Milli birlik yada kardeşlik" projesi.

bu sence ve senin gibiler için "DEMOKRATİK Mİ ?"

neden sadece yaptığın işleri söylüyorsun da (ondanda sen ve sana oy verenler yararlanıyor) faturalara, ekmeğe, benzine, sabah işinin yada okulunun uzaklığı 1yada2 vesayitlik olan vatandaşın bindiği otobüse, deniz taşıtlarına, trenlere, ücretli köprülere, vergilere, tüm faturaların "Sabit Ödeme Tutarı'na" ve daha bir çok şeye yaptığın zamları söylemiyorsun.

bu "DEMOKRATİK Mİ ?"

İŞÇİLERİN-MEMURLARIN MAAŞLARINA ZAM YAPMIYORSUNDA, NEDEN YUKARIDA YAZDIĞIM MADDELERE ZAM YAPIYORSUN.
BU "DEMOKRATİK Mİ ?"

İnsanların bir bölümünün istemediği bir şey demokratik olur mu ? veya insanların bir bölümü destek verdi diye bu açılım demokratik olur mu ?


Boşuna uğraşmayın bu açılım meclisten geçmez, eğer ki geçerse, işte o zaman Allah Muhafaza iç savaş çıkar.

1970'lerde olduğu gibi: sol-sağ---dini sömüren-solcu---sağcılar-kürtler----alevi-sünni

böyle bir şeyin olmasını en kötü vicdana sahip birisi bile istemez

Ve Umarız bu "Açılma-Saçılma" Meclisten geçmez....
 
4 ziyaretçi (8 klik) Kişi Bu Siteyi Gezmiş
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol